Japonya ve batı 1
Japonya’nın modern tarihi uluslararası çevredeki bir ülkenin öyküsüdür. Japonya ile Batı dünyası arasında 1850’lerde başlayan etkin bağlantılar her ikisi için de önemli olmuştur. Japonya’nın yakın tarihine ilişkin herhangi bir tartışma için onun dünya düzeni içindeki yerinin önemi, uygun bir başlama noktası olacaktır. Japonya’nın coğrafi uzaklığı önceleri komşularıyla bile temaslarının asgariye inmesine neden olmuştu; yalnızca 150 yıl önce Japonya dünyanın en soyutlanmış ülkelerinden biriydi. Soyutlanma mirası temel önemini korumaktadır. Japon toplumu çok özel bir tarihsel gelişim bağlamında anlaşılması gereken özel yönlerini geliştirmiş ve derin bir eşsizlik duygusu, ayrılık ve soyutlanma temel unsur haline gelmiştir. Soyutlanmadan uzaklaşma değişimi farklı biçimlerde yorumlanmıştır.
Japonya kendini, uluslararası anlaşmalarını görüşüp ayarlayarak daha kozmopolit bir bakış açısı sağlamak için, içerdeki öncelikleri ve kaygıyı geniş uluslararası düzenin talepleriyle dengeleyen diğer birçok ulustan biri olarak mı, yoksa Batının tekniğini, kendi kültürel eşsizliğinin ve toplumsal düzeninin temel değişmezlik duygusunu koruyup güçlendirerek alan ve ne olacağı kestirilemeyen düşman dünyada ayakta kalabilmek için soyutlanmanın daha kurnaz bir biçimindeki ham ve artık geçerli olmayan yapay bir değişim içinde mi tanımlıyordu?
Henüz dağılmayan bu muğlâklık hem uluslararası toplumlar hem de Japonya’nın kendisi için sınırsız bir önem taşımaktadır.
Japonya 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın başları arasında Avrupa ile temas kurduğu kısa bir dönem yaşadı, ancak 1639’da Japonya yönetimi, Tokugawa (Edo) Bakufu, Batı ile tüm teması fiilen kesti. Buradaki temel güdü, ticari temaslardan soyutlanmasının mümkün olmadığı artık netleşen Hıristiyanlığın potansiyel yıkıcı etkisinin dışında kalmak arzusuydu. Dış temaslar politik istikrara yönelik bir tehdit olarak görüldü. Daha önceki Hollanda, İngiltere, İspanya ve Portekiz ilişkilerinden, 200 yılı aşkın bir süre tek resmi Avrupa varlığı olarak kalan, Nagazaki’deki Deşima adasıyla sınırlı küçük bir Hollanda ticaret merkeziydi. Japon yurttaşların Avrupalılarla bireysel temasları kesildi ve Batı düşüncesini taşıyabilecek her türlü kitabın, sanat eserinin ithali yasaklandı. Japonların dışarıya seyahat etmeleri engellendi. Bu ‘inziva’ her zaman yetkililerin tam da arzuladığı gibi olmadı. Batının bilimsel gelişmelere ait bazı bilgileri Nagazaki’de üslenmiş ‘Hollandalı bilim adamları’ arasına sızdı.
1720 yılında yabancı kitap yasağı kalktı ve 18. yüzyılın sonlarında yabancı temsilcilerle bir dizi görüşme olunca inzivanın uzun zaman sürdürülemeyeceği anlaşıldı. Bu ihlallere karşın Japonya esasen, 200 yılı aşkın bir süre tamamen yalıtılmışlık içinde gelişti. Japonya inziva döneminde, Çin ve Hollanda ile kurduğu seyrek ilişkilere karşın sonuçta uluslararası çevreyle temas kurmak zorunda kaldığında, Batının, entelektüel, ekonomik, bilimsel, teknolojik ve kültürel gelişmelerinden neredeyse tümden uzak kalmıştı.
Japonya bu süre içinde kuşkusuz boş durmadı, ancak kaydedilen önemli ilerlemeler Batı fikirlerinden ya da modellerinden etkilenmedi.
Bunun altında yakın Japon tarihine egemen olan temel bölünmüşlüğün kökleri yatmaktadır. ‘Yerli’ ve ‘Batılı’ düşünce ve davranış modellerinin eşzamanlı varlığı keskin bir kültürel zıtlaşmaya neden oldu. Son 150 yıldaki Japon değişim girişimleri hem taklit hem türevsel olarak gerçekleşti, ancak buna yerli özelliklerin bilinçli bilinçsiz hatırlanması ve geleneksel Japon vasıflarının ‘taklidi’ ile, özgünlüğe ilişkin gerçekçi yaklaşım eşlik etti. İki kültürel gelenek arasındaki uyum çoğu kez başarılmış olsa da zıtlaşmalar da gerginliği kışkırttı.
Uzlaşmalar kimi zaman olanaksızlaştı ve Japon toplumu içindeki sıkıntılarla sonuçlandı. Yerli kültür ile Batı kültürleri arasındaki aralıksız sürecek bu uyumsuzluk, Japonya’nın 1850’lerde Batı’yla ilişkilere yeniden başlamaya zorlanmasından bile önce, iç siyasal aktörlerin savlarıyla öne sürüldü. Görüş yelpazesinin bir ucunda yabancılarla ilişkileri ahlaki ve siyasi felaket olarak düşünen yabancı düşmanı inzivacılar, diğer ucunda da Batı teknolojisinden bir ölçüde haberdar olan, Japonya’yı Çin gibi Batı’ya direnecek askeri güçten uzak olarak gören ve Batı kültüründen öğrenilecek çok şey olduğuna inananlar vardı.
Tokugawa dönemindeki ekonomik ve toplumsal değişimler siyasal sistem üzerinde ciddi zorlanmalar yarattı, ancak Japonya’nın Asya’daki yabancı gelişmesine yönelik büyüyen ilgisine karşın inziva, çoğunluk için imanın şartı olarak kaldı. Batılı ulusların 1790’lardan itibaren Japon soyutlanmasına nüfuz etmeye yönelik nadir girişimlerinin tümü püskürtüldü. 1840lı yıllarda resmi ilişkiler arttı, ancak fazla baskı uygulanamadı. Bununla birlikte Amerika’nın batısının yerleşime açılması ve Pasifik’te ABD’nin gelişen balıkçılık ve taşımacılık faaliyetlerinin gelişmesi sonucu Amerika’nın Doğu Asya’ya duyduğu ilginin artması daha kararlı bir eylemi doğurdu. Birleşik Devletler tarafından Japonya ile ilişkileri başlatmak üzere resmen görevlendirilen Komodor Matthew Perry, 1853 Haziranında dört gemiden oluşan küçük bir filoyla Tokyo Körfezinin güney ucundaki Uraga’ya ulaştı. Perry, Japonların sorun çıkaran yabancıları oyalamanın geleneksel bir yolu olan Nagazaki’ye girme önerisini reddetti ve Birleşik Devletler gemilerinin gereksinimlerinin karşılanmasını, Amerikalı denizcilerin kazalarıyla ilgilenilmesini ve resmi ilişkilerin geliştirilmesini içeren bir anlaşma talep eden etkili bir ültimatom sundu. Ayrılmadan önce cevabı almak için gelecek ilkbaharda daha büyük bir filo ile döneceğini bildirdi. Talepler Japon yönetici sınıfını kaosa sürükledi. Edo Bakufu’nun siyasi kararlar üzerinde 250 yıllık bir hâkimiyeti olmuştu. Bu, Perry’nin gelmesiyle başlayan krizin üstesinden gelemeyeceğinin açık bir itirafıydı. Dış ilişkiler, şimdi yabancı taleplerine karşı koymaktaki yetersizliği büsbütün açığa çıkan Tokugawa’nın nihai düşüşünün temel unsuru haline gelmişti.
Etiket:japon, Japon Kültür, japon kültürü, japonlar, japonya, japonya ve batı